Öyle Güzel Bir Yer Ki - Murat Gülsoy
Merhaba, uzun zamandır beklettiğim kitabın yorumuyla nihayet karşınızdayım. Yazarken fazlaca heyecanlandım ve tam olarak istediğim gibi olmadı ama bu güzel kitabı tanımanıza vesile olmak ve hakkında bir şeyler yazmak istedim.
Her zamanki gibi önce kitabın konusundan bahsetmeyi istiyorum aslında ama açıkçası gerçek anlamda anlatmak biraz zor, o yüzden kısacık bir parçasına değinip geçeyim. Kerem kendisine babasından kalmış olan bir eskici dükkanının sahibidir. Artık kırklı yaşlarına gelmiştir ve hayatında gerçek anlamda kimse kalmamıştır. Tüm hayatı ve hatta anıları evinin de içinde bulunduğu bu eskici dükkanıdır, elbette bir de içinde bulunduğu bina olan Şekercizade Apartmanı. Olaylar ise bu eskici dükkanında lisedeki arkadaş grubunu ağırlamasıyla başlıyor.
Liseden sonra birbiriyle eskisi kadar görüşmemiş olan bu arkadaş grubu çok değişmiştir haliyle, her biri apayrı yollara gitmiş, başka başka insanlar olmuşlardır. Ki aralarında Kerem'in lise aşkı olan Hülya da vardır. Bunca zamandır görüşmüyor olmalarına rağmen Kerem sosyal medya sayesinde bu yeni Hülya hakkında da bir şeyler bilmektedir ve bu kadar yakınında olunca yeniden fark eder ki ona hala aşıktır. Ama onun bir zamanlar aşık olduğu bordo atkılı genç kız olmadığını daha sonradan anlayacaktır.
Kitapta beş bölüm var: Dükkanda, Parkta, Motelde, Hastanede ve Yıkımda. Bu bölümler kitabın içinde parçalar halinde varlar ve her biri bütününde bir hikayeyi, hatta Kerem'in hayatındaki bir dönüm noktasını anlatıyorlar. Ancak bu bölümler kendi içinde kronolojik bir biçimde anlatılmadıkları gibi aslında bütün bu olaylar dükkan sahnesiyle başlayıp sırayla anlatılabilirdiler ancak yazar bunu tercih etmemiş ki buna sonra geleceğiz.
*Bütün bunlar arasında önemle üzerinde durulması gereken bir kaç şey görüyorum. Hazır lafı da açılmışken Hülya ile başlayalım. Hülya Kerem'in gençlik aşkı, onun için ulaşacağını düşünmediği bir hedef olmuş her zaman. Hülya iyiyi, güzeli temsil ediyor onun gözünde, onunla ilgili şeyleri istemeden de olsa iyi ve temiz olanla özdeşleştirmiş ama yeniden karşılaşmalarıyla elbette bunun böyle olamayacağının ayırdına varacak ve kendi deyişiyle keşke hakkında toplamış olduğum bilgi kırıntılarıyla çizdiğim Hülya resmini Hülya sanmaya devam etseydim diyecektir. Çünkü gerçekten "İnsan birini hayalinde çok daha kolay yaşatıyormuş."
Bir diğeri Yahudi olarak bahsi geçen, çocukken onlarla beraber yaşamış olan yaşlı bir adam. Yaşlı Yahudinin onun hayatında gerçekten büyük yeri ve etkisi var. Zamanında onlarla beraber yaşamış olan bu adama akrabalıkları olmamasına rağmen babası bakıyormuş ki aslında bu eskici dükkanının asıl sahibi oymuş sonradan öğreniyoruz. Kerem dükkanda baktığı yerlerde onu görüyor, yaptığı konuşmalarda da sık sık onu hatırlıyor. Hatırlayış tarzında bir tuhaflık olduğunu hemen anlayabiliyorsunuz fakat nedeni ancak Şekercizade apartmanı yıkılırken içine düştüğü tuhaf ruhsal durumdan ve daha önceleri gördüğü kabuslardan anlaşılıyor. Bahsedilmesi gereken diğer iki şeye de burada değineyim: Şekercizade Apartmanı ve de babası. Şekercizade apartmanının, onun tüm hayatını geçirdiği yerin yıkılacak olması hayatındaki yıkılmaların son noktası gibi oluyor artık. Hülya'yla yaşadıkları, Maral'la yaşadıkları, hayatının durumu derken bu yıkım birden bütün hayatının yıkımının simgesi oluveriyor. Üstelik yıkım Yaşlı Yahudi ve babasıyla olan anılarını da tetikliyor. *
Gelelim benim kitap hakkında en çok sevdiğim şeye: Bölümler ve temsil ettikleri.
Kitabı okurken öncelikle bu bölümlere ayırma şeklinin klasik bir anlatma metodu olduğunu düşünebilirsiniz ancak öyle değil, zaten biraz okuduktan sonra bunu siz de anlayacaksınız. Bölümler kronolojik olarak sıralanmadıkları gibi kendi içlerinde de zamansal sırayla anlatılmamışlar. Üstelik çoğu zaman anlatımda bir farklılık var, asıl anlatılan şey olay değilmiş gibi hissediyorsunuz bazı zamanlar. Şu konuşmaya kadar da bu farklılığın nerden ileri geldiğini anlayamamıştım:
“-Keşke bir yolu olsaydı.
+Neyin?
-Bazı anları uzatabilmenin
………
+Bu anın içinden hiç çıkmayalım diyorsun.
-Evet. Bu anın. Bazı anların…”
Sonra birden anladım, bunlar bize anlatılan anılar değildi, bunlar olayların parçaları değildi, bunlar "an"lardı. Kerem için önemli olan onun biriktirmiş hatta dondurmuş olduğu anlar. O yüzden hepsi bir anda vardılar, hepsi aynı anda. Yani sıralı olamazlardı, düz bir şekilde anlatılamazlardı. Bir köpeği ve sahibini gördüğü bir an ve öncesi, bir köpeği ve sahibini gördüğü bir an sonrası... Sık sık dejavu yaşaması "Bu anı daha önce yaşamıştım. Oysa bu mümkün değildi." İşte bütün bunlar dondurulmuş anlar izlenimi güçlendirdi benim için. Ve bu fikir o kadar hoşuma gitti ki! Kitap bunu başarmış, anları dondurup bir kitaba hapsetmiş gerçekten, asla bitmeyen anlar onlar gerçekten. Ve ondan sizde kalan yine bu anların izleri oluyor.
*Bu sefer eskisi gibi olmasa da, fazla şey bilmek istemeyenlerin bu arayı okumamasını tavsiye ederim.
Bir not: Büyük küçük herkesin neden tütün sardığını gerçekten merak ettim, çok tuhaftı.
Bu kez bir değişik yapıp çok hoşuma giden bir kaç cümleyi paylaşmak istiyorum sizinle:
"Hiçbir şey sonsuza dek sürmez. Bi tek şey hariç: yaşanan anlar... Onları yakalayıp kalbimize, zihnimize kazımak mümkün olsaydı keşke."
"Aşkın zıddını nefret sanırdım eskiden, ne kadar yanlışmış. Aşkın zıddı şefkatmiş meğer."
"İnsan ne kadar güçsüz bir varlık. Hiçbir şeyi koruyamıyor."
"...düşüncesinin yarattığı ferahlık gitgide genişleyerek içimde büyük bir boşluğa dönüştü."
Ve izninizle şöyle bitirmek istiyorum: ... daha önce yaşanmış olması imkansız bir andı ama yine de kendimi o histen kurtaramıyordum. Bu anı daha önce yaşamıştım.
Murat Gülsoy'un kitapları üzerinde yazamayacağım kadar derin bir iz bırakıyor bende. Elinize sağlık.
YanıtlaSil