İklimler - André Maurois

         Lise son sınıftayken çok fazla kitap okumamaya karar vermiştim ki sınavlara hazırlanabileyim. Bu kararı verdiğim gün kütüphaneden bu kitabı seçmiş ve bir haftadan önce bitirmemeye karar vermiştim. Kitap kısaydı, konusu sürükleyici görünmüyordu ve eski sert, kırmızı kapaklı bir basıma sahipti. O zamanlar okuduğum versiyonunu kim çevirmişti bilmiyorum ama bu kez okuduğuma o kadar çok benziyor ki onu da Tahsin Yücel'in çevirdiğine inanıyorum ister istemez. Bu kitabı bir kere daha okumaya bir sahafta kitabı gördüğümde henüz karar vermemiştim ama elimde olsun istedim ve aldım. Sanırım bu 3 yıl kadar önceydi. Daha sonra 7-8 ay kadar önce yeniden sahafta gördüm bu kitabı, üzerine karalamalar yapılmış bir cep versiyonuydu, varlık yayınlarının ve evet, çevirmeni Tahsin Yücel'di. Elimde zaten aynı kitaptan bir tane olmasına aldırmayıp aldım kitabı ve okumaya karar verdim. Ama henüz okumadan yeni bir versiyonu çıktı karşıma, tıpkı lisede okuduğum gibi olan bir tanesi, onu da aldım ve bugün üzerine konuşacağım kitap işte bu sonuncusu.

          Lisede kitabı iki günde bitirmiş sonra da sözümü tutmadığım için başka bir kitap almamıştım. Goodreads'e bakılırsa bu defa aynı kitabı okumam iki ay sürmüş. Bu üzücü bilgiyi de sizinle paylaştıktan sonra kitap hakkında konuşmaya başlayabilirim sanırım.

          İlk okuyuşumda kitabın bende nasıl bir izlenim bıraktığını hatırlıyorum ama içeriğine verdiğim tepkileri tam olarak hatırlayamıyorum. Öncelikle söylemem gerekir ki baş karakterimiz olan Philippe'i pek sevmiyorum. Ama bunun en temel sebebi bu kurgu dünyada herkesin onu haklı buluyor oluşu. Bilemiyorum gerçekten 20. yüzyılın Fransası mı bu tarz düşüncelerin hakim olduğu bir yerdi yoksa bütün bunlar sevgili André'nin yazımı olduğu için mi böyle. Okuduğunuzda kitabın ilk yarısının bir erkek tarafından diğer yarısının ise bir kadın tarafından yazıldığına yalnızca bir erkek ya da okuduğu şeye inanmak isteyen birisi inanır. Çünkü kitabın ikinci yarısı Philippe'in kendisine dışarıdan ve yumuşakça bakmasından oluşuyor sadece. İçerdiği duygusallık ve bağlılıkla bu bir kadın zihninden çıktı etkisi uyandırılmaya çalışılmış ama ben amacına ulaştığını düşünmüyorum.

            İlk  kısım Philippe'in Isabelle'e yazdığı mektup, ikinci kısımsa Isabelle'in Phillippe'in ardından yazdığı mektup. Temelde aşk üzerine bir roman ama günümüz anlayışla değil elbette.

            Kitapları okuduktan sonra haklarında bir şeyler yazmadan önce internetten başka yorumlara bakmak adetim değildir aslında ama bu sefer yaptım nedense. Herkes çok güzel bir aşkı anlatan aşk romanı olduğundan bahsetmiş. Lisedeki ben belki bu kitabın bir aşk romanı olduğunu kabul edebilirdi ama yeni ben edemiyor.

            Roman çok çarpık bir aşk anlayışını anlatıyor. Her ne kadar yazarın kadın karakterin ağzından bir kadın gibi yazamamış olduğunu düşünsem de Isabelle karakteri Phillippe'e dışarıdan bakıp onu gerçekten olduğu görüp anlatabilen bir karakter olması yönüyle başarılı bir karakter. Phillipe kendisini zeki bulan, kadınlar ve aşk hakkında yüzeysel ama katı fikirleri sahip bir karakter. Yüzeysel demek tam olarak doğru değil ancak körü körüne bu konuda daha uygun bir kelime olabilir. Phillip çocukluğunda okuduğu romanlardan kendine Amazon adında bir kadın karakter yaratmış ve ister istemez hayatı boyunca o Amazon'u aramaya başlamıştır. Phillippe'in gözünde kadınlar gerçek anlamda ilgi alanlarını konuşabileceği ya da aşık olup bağlanabileceği kişiler değiller çok uzun süre boyunca. Ancak bir gün aşık olur ve Amazon'unu bulduğunu düşünür. Odile... Bütün kitap boyunca herkes tarafından dillere destan, saf bir güzellikle anlatılıyor Odile. Her ne kadar okuduğu kitaplar Phillipe'inkiler gibi olmasa ve onun gibi bir bilgi birikimine sahip olmasa da Odile'in çok farklı yönlerden zenginlikleri olduğunu fark eder ve ona her şeyiyle daha bir aşık olur. Çok kısa bir süre sonra evlenme kararı alırlar. Ailesi bunu çok istemez Odile'in farklı bir kız olduğunu, değişmesi gerektiğini söylerler ama yine de evlenirler. Ancak Odile pek çok erkek arkadaşa sahiptir ve onlarla zaman geçirmekten de hoşlanmaktadır, bu yönünün evlenseler bile değiştirmeyeceğini söyler Phillipe'e. Phillipe evlendikten kısa bir süre sonra onun düşündüğü gibi biri olmadığını anlar ama yine de çok aşıktır kendisine.
        
            İşte böylece çiftimizin en mutlu zamanları böyle başlıyor ama açıkçası çok da uzun sürmüyor bu mutluluk. Bir iki sayfanın sonunda ilişkilerindeki sıkıntılar ortaya çıkmaya başlıyor. Odile rahat ve hesap vermeyi sevmeyen bir insan, özgür ruhlu bir kişi de denebilir. Dışarı çıkarken nereye gittiğini söylemeyi sevmez, buluştuğu insanlardan isim isim bahsetmez, yaptığı gündelik işleri bile gün içinde yaptığı sırayla anlatmaktan hoşlanmaz. Aldığı karışık ve net olmayan cevaplar, evi arayan erkekler ve gülümseyip geçiştiren karısı Phillipe'i git gide daha kıskanç bir insan yapar.

           Burada durup bir kitap edasıyla zavallı Phillipe diyebilirim gerçekten. Her ne kadar onun gözünde bir kadının olması gerektiğini düşündüğü şeyleri doğru bulmasam da Odile'i kıskanmakta da haklı olduğunu kabul etmem gerekiyor. Bu kıskançlık evresi çok uzun sürüyor kitapta, baş karakterimiz ilk başlarda olduğunu düşündüğü kişiden çok uzaklaşıyor ve takıntılı biri haline geliyor. Odile'in bu gizemli tavırları onu karısına daha çok bağlarken karısını ise ondan git gide uzaklaştırıyor ve bir gün Odile yeniden aşık oluyor.

          İlk kısmın sonunda öğreniyoruz ki Phillipe ve Odile boşanmışlar, Phillipe yeniden evlilik kararı almış bu nedenle geçmişte yaşadıklarını müstakbel eşi Isabelle'e yazıp anlatmak istemiş. İkinci kısım Isabelle'in imzasını taşıdığından, sık sık Phillipe'in kişisel defterinden notlar barındırdığından ve yazılış tarzından Phillipe'in artık hayatta olmadığını anlayabiliyoruz. Ancak yine de kendisi baş karakterimiz kalmaya devam ediyor çünkü sevgili Isabelle Phillipe'e adeta tapıyor.

         Isabelle sert tavırlarla büyütülmüş. Annesi ona her zaman güzel olmadığını bu sebeple hiçbir erkeğin ona bakmayacağını söylemiş. Aynı zamanda giysilere, eşyalara, süslere, lükse önem vermenin de bayağı kızlara yakışan bir şey olduğunu öğretmiş. Bütün bunlardan dolayı Isabelle'in yetişkinlik hayatı boyunca da özgüvensiz oluşu anlaşılabilir bir durum.

           İkinci kısımda Isabelle'in gözünden Phillipe'i görüyoruz; hem daha bir kutsanmış, hem de daha bir gerçekçi.

            Isabelle'in Phillipe'le ilgili yaptığı çıkarımlardan bahsedebilirim size, kocasına bakış açısını, her ne kadar onu gözünde büyütse bile onu gerçekten anlamış oluşunu anlatabilirim. Ama ben bu kitapla ilgili bunlardan bahsetmek istemiyorum. Phillippe'in Odile'den sonra olgunlaşmasını da anlatabilirim, kitaptaki -o dönemdeki- kadın erkek ilişkilerinden de konuşmak istemiyorum. Ben bu kitabın bir aşk hikayesi olmadığından bahsetmek istiyorum. Kitap iç sıkıntısını güzel anlatıyor, baş karakterimizin değişimini, 20. yüzyıl Fransasının günlük yaşam alışkanlıklarını... Phillippe'in iç dünyasının yeterince açıkça anlatılmadığını düşünüyorum ama bunun sebebi muhtemelen onun anlattığı kısmın mektup olmasından kaynaklanıyor, ikinci bölümdeki defterinden alınan parçalar çok daha dürüst ve doğrudanlar. Isabelle bu mektupları kimseye yazmadığından olsa gerek o kendisi ve olanlar hakkında çok daha dürüst ve yalın. Tabi bu farklılıkta Phillippe'in romantikliğinin de etkisi vardır.

           Diğer ilgimi çeken konu ise kitabın aslında bir erkeğin kadın düşünce tarzını hayal etmiş ve yazıya dökmeye çalışmış olması. Isabelle gerçek bir insan olsaydı gerçekten iç dünyası bu şekilde mi olurdu? Gerçekten bütün o kadınlar baş başa kaldıklarında bütün bunları mı konuşurlardı? Ne kadar aşık olursa olsun Phillippe'e bu kadar tapan ve kendisini bu kadar haksız gören bir insan mı olurdu? Gerçekten kadınların kişilikten yoksun varlıklar olduğunu düşünen biri mi olurdu? Peki ya sevgili yazarımız André gerçekten böyle düşünen biri miydi yoksa karakterini mi böyle biri olarak yazmıştı? Bu kitaba yansıyan fikirlerden en azından bir kısmını kendisi de düşünüyor olmalı ama bunlar hangileri acaba?

           Kitabın yazarıyla ilgili cevaplayamadığım soruları bir yana bırakırsak Phillipe'in ölüm sahnesine her yönüyle sinir olduğumu da söylemem lazım. Öncelikle Isabelle yüzünden ölüyor resmen ama Isabelle nedense o upuzun mektubunda ölüm özelinde pişmanlık ya da üzüntü gibi hiçbir duygu yansıtmıyor bize. Ayrıca hiç yoktan ortaya çıkan mükemmel bir mutluluğu ölümle bitirdi yazar resmen. Bu kadar ayrıntılı duygu tahlillerinin yapıldığı bir kitaba yakıştı mı gerçekten? Ölüm döşeğinde Solange'ın ismini sayıklaması peki? Phillipe... Son anda kendinden bu kadar soğutmana gerek var mıydı gerçekten? Sonra gelip bana bunun bir aşk romanı olduğunu söylemeyin lütfen.

          Tahsin amcama gelirsek bu kitapta göze batan bir öztürkçeyle çeviri yapma durumu olmadığını söylemeliyim. Elimdeki varlık yayınlarındaki versiyonunu da inceledim şöyle bir birebir aynı değiller. Varlık yayınları 1967 basım ve içinde çok daha fazla eski türkçe kelime var. Benim okuduğum 1992 basım, belki diğerinin gözden geçirilmiş versiyonudur. Tahsin amcacım keşke bir kaç sayfa kitap hakkında ne düşündüğünle ilgili bir şeyler yazsaydın, okumayı isterdim.

            Her ne kadar üzücü bir karakter olsa da yazımı Odile'i anarak bitirmek istiyorum, ne de olsa sayesinde ileride her gün evime çiçek almak gibi bir hayalim oldu.


         

Yorumlar

Popüler Yayınlar