Beni Asla Bırakma - Kazuo Ishiguro
Bugün sizinle çok sevdiğim bir kitabı konuşacağız. Beni asla bırakma başlığı insanın aklına ilk olarak bir aşk kitabı geliyor biliyorum. Ki aslında filmini izlediğinizde bu izleniminizde haksız da sayılmazsınız ancak kitap için tamamen yanılıyorsunuz. Bu durumun sinir bozuculuğundan daha sonra bahsedeceğim zaten.*
Kitap yıl olarak eski, ancak teknoloji olarak ileri bir dünyayı anlatıyor. Aslında ileri teknoloji derken tek bir şeyden bahsediyorum; klonlar. Her ne kadar kitapta klon kelimesi toplamda iki kere geçse de onlarla epey içli dışlı bir dünyadayız, içli dışlı derken bir arada yaşamalarını kast etmiyorum. Yalnızca hayatlarının içine öylesine girmiş ki bu mevzu, artık onlardan vazgeçmeleri imkansız bir hale gelmiş. Neden onlardan vazgeçmeleri gerektiğini daha sonra konuşacağız öncelikle hikayemizi başa sarıp kısa bir özet geçelim.
Kathy bir bakıcı ve hikayemizin anlatıcısı, aynı zamanda da baş karakteri. Kathy’e göre hayatının iki bölümü var; Hailsham’da geçirdiği zamanlar ve sonrası. Her ne kadar amacı buymuş gibi gözükmese de Kathy bize hayatını anlatıyor bu kitapta aslında. Bir Hailsham öğrencisinin hayatını yani bir klonun hayatını. Hailsham’da günlerinin nasıl geçtiğini, koleksiyonlarını, Madam’ın galerisini, Satışları ve arkadaşlarını anlatıyor bize tabi Tommy ve Ruth’u.
Kitabın ilk yarısı belli bir kronolojik sırayla anlatılmıyor –ki böyle anlatmak yazar açısından çok daha rahat olurdu diye inanıyorum- daha çok Kath’in aklına nasıl gelirse. Bize o anki hayatını anlatarak başlıyor kitaba Kath ve bağışçılarının onun Hailsham’ı anlatmasından ne kadar hoşlandığından bahsediyor. Hailsham’ı anlatabilmesi içinse elbette Tommy, Ruth ve gözetmenlerinden bahsetmeye başlıyor. Böylelikle doğallıkla ilerliyor hikaye. Önce büyükler ikideyken yaşadıklarını dinliyoruz mesela, Tommy kim, neden onu kızdırıyor herkes orada öğrenmeye başlıyoruz. Ruth’u herkesin nasıl sevip saydığını, Kathy’nin arkadaşları arasındaki yerini... Ve elbette Hailsham’ın işleyişinden de böylece haberdar oluyoruz. Madam’ın galerisini, oraya sanatlarını sokmak için uğraşan çocukları, kupon kavgasını, sanatlarını karşılığında kupon alan çocukları ve bunları diğerlerinin yaptıkları satın almak için kullanmalarını dinliyor, öğreniyoruz.
Yazar hiçbir şeyi gizlemek için uğraşmıyor. Bizden asla gizlemiyor bu çocukların ileride bağış yapmak için büyütüldüklerini. Aslında onlardan da gizlenmemiş bu durum hiçbir zaman. Tommy'nin şöyle bir teorisi var mesela onlara anlatılan şeyler konusunda, kitaptan direkt alıntı yapmam gerekirse: “Tommy, Hailsham’da geçirdiğimiz bütün yıllar boyunca gözetmenlerin bize neyi ne zaman söyleyeceklerini hep dikkatle ve bilerek zamanladıklarını düşünüyordu; yani biz her zaman verilen en son bilgileri anlayamayacak kadar genç oluyorduk. Ama tabii ki bir yere kadar anlıyorduk bize anlatılanları, bu sayede bütün her şey biz doğru dürüst araştırmadan önce kafamıza yerleşmiş oluyordu.”
Evet, kitap farklı bir zamanda geçiyor, insanların teknolojik olarak ileride fakat yıl olarak bizden geride olduğu bir zamanda. Klonlamayı keşfettikleri ve bu sayede pek çok hastalığı “tedavi” edebildikleri zamanda. Her ne kadar bu “öğrencilerin” (klon sözcüğü son 50 sayfadan önce kitapta hiç geçmiyor) yaşamı insanın yüreğini burksa da aslında onlara bunun bile çok görüldüğünü öğreniyoruz daha sonradan. Oyun oynamaları; derslerinin, arkadaşlarının olması; normale yakın bir yaşantı sürmeleri “gerçek” insanlarda onların da her şeye rağmen insan olduğu fikrini uyandırmaya başladığı için (ve elbette bunu hiçbirimiz istemeyiz) fazla görülmüş. Onların da her şeye rağmen bir insan oldukları gerçeği tamamen göz ardı edilmek istenmiş. Ruhlarının olup olmadığını tartışmışlar. Bu korkunç duyulsa da anlaşılabilir bir şey. Hatta bu sebeple onların insan olmadığı, sadece tıp bilimine yardım eden bulanık deney tüpleri gibi oldukları algısı yayılmış. Aksini düşünmek, bir insanı yaşatabilmek için diğer birini öldürmek anlamına gelirdi. Hailsham’ın yöneticisi sayılabilecek Bayan Emily’nin söylediğine göre ilk başlarda klonların gerçek bir hayat yaşamalarına imkan verecek bu tarz kurumlar yokmuş ancak nihayetinde birileri onların haklarını savunmuş (yaşama haklarını değil elbette) ve normale en yakın bir hayat sürebilmeleri için faaliyetlerde bulunmuş. Bunun mümkün olabilmesi için bağışlar toplamışlar elbette. Ancak sonradan gelişen olaylar yüzünden Kathy ve arkadaşları okuldan ayrıldıktan birkaç yıl sonra klonlara daha iyi bir hayat sağlayabilmek için uğraşan diğer bütün kurumlar gibi Hailsham da kapanmış.
Eğer kendi kendinize düşünüp “Ama nasıl olur, insan olduklarını göre göre onların organlarını alıp ölüme zorlamaya nasıl devam ederler?” diye düşünüyorsanız Bayan Emily size bu konuda da cevap veriyor. Klon mevzusu uzun yıllardır devam eden bir mevzu artık onların dünyasında. İnsanlar tedavi olarak gördükleri bu organların bir klondan alındığını bilmiyorlarmış uzunca bir süre. Sonradan insanlara çıkıp, sizi tedavi etmiyorduk aslında sadece kendi yaptığımız insanlar size organlarını veriyorlardı yani onların hayatlarını ellerinden alıyordunuz, deseler bile tamam o zaman bu hastalıkların tedavisi yokmuş gibi davranalım, demelerini mi bekliyoruz? Elbette hayır! İnsanlar, tanıdıkları ve sevdikleri kişilerinin ölümlerine/yaşamasına daha çok önem verirler. Eğer bu başka insanların ölmesini gerektiriyorsa, onlar aslında insan sayılmazlar, hatta insan değiller demek çok daha kolay ve vicdanen daha rahatlatıcı değil mi? O çocuklar sizin için ölmeyi kabul ediyorlar, tamam biz bunun için buradayız zaten demeye hazırlar ama onlara birazcık bile yaşama ve insan olma hakkı tanımak aynı zamanda onların insan olduğunu kabul etmek anlamına geliyor ve onların insan olduğunu kabul edip kendi açımızdan işleri karmaşıklaştıracağımıza bu durumu tamamen yok sayıp onların çocuklukları, yaşamları ve düşünme haklarını da ellerinden alalım. Ne de olsa organları bizim emrimize amade zaten.
Elbette bir diğer çok önemli mevzu “Nasıl yani, öleceklerini bile bile sisteme ayak uydurmaya devam mı ediyorlar?” sorusunda toplanıyor ve evet hikayeyi ilk duyan kişilerin sanırım akıllarında ilk canlanan soru bu. Ama aslında kitabın hiçbir yerinde bu bir sorun olarak gündeme getirilmiyor. Gözetmenlerden biri dayanamayıp “Sizin hayatınız daha siz doğmadan önce yazılıp çizildi!” demesine rağmen hiçbiri bu sınırlanmış yaşamın dışına çıkmayı düşünmüyor bile. Yani elbette bazılarının şoför olmak bazılarınınsa bir ofiste çalışmak gibi hayalleri var ama hiçbiri bunları tam olarak “bağışçı olmak yerine” yapılacak bir şey olarak görmüyor. Yani en nihayetinin bu olduğu biliyor hepsi.
Bebekliklerinden itibaren bu okulda olan öğrenciler 16. yaşlarını doldurduktan sonra nihayet okuldan ayrılıp pek çok farklı yerde “kulübeler” diye bahsedilen evlere yerleştiriliyorlar ve orada kendi kendilerine bakarak yaşamaya çalışıyorlar. Üstelik fazlasıyla da serbestler. Araba kullanıp şehre inebiliyor, istedikleri gibi gezebiliyor ve bir şeyler alabiliyorlar. (Şimdi düşündüm de bütün bunları yapacak parayı nereden buluyorlar bilmiyorum gerçekten)
Bahsediş tarzımdan anladınız mı bilmiyorum ama ilk önce filmi izledim yıllar sonra kitabını okudum. Aslına bakılırsa yakın bir zamana kadar böyle bir kitap olduğundan habersizdim. Filmi izlediğimde de epey beğenmiştim ama insanın aklında bu kadar soru işareti bırakmasından ve senaryodaki boşluklardan bile anlamalıydım aslında bunun bir kitaptan uyarlandığını. Hayır kesinlikle filmi kötüydü demiyorum sadece kitap o kısalıkta bir filme sığdıramayacağınız kadar detaylı ve derin.
Film yeterince açıklayıcı değil ama bu anlaşılabilir durum. Filmdeki asıl sıkıntı kitabın konusunu tamamen aşkmış gibi göstermesi. Size kitabın tamamını anlattığımda konunun klonlama olduğu izlenimine kapılma ihtimaliniz bile var ama aşk olduğunu düşünme ihtimaliniz yok. Elbette kitapta aşk yok demiyorum. Hatta bazı yerlerinde çok da güzel bir şekilde işlenmiş ve arka planda da bu bir şekilde hep var kabul ediyorum ama ana konu kesinlikle bu değil. Kitap adını sanki bir kızın bir oğlana olan aşkından almış gibi yapamazsın. Kitabın adını da aldığı şarkının bulunduğu sahne geldiğinde Kathy bize açıkça bu şarkıyı bir aşk şarkısı gibi dinlemediğini, nakaratını dinlerken bir türlü çocuğu olmayan bir kadını hayal ettiğini söylüyor. Onun hayaline göre kadının nihayet bebeği olmuş ve bebeğine sıkı sıkı sarılarak bu şarkıyı söylüyor. Filmde yansıtıldığı gibi ona kaseti veren –ki kitapta böyle olmuyor- çocuğu düşünerek şarkıyı dinleyip kendinden geçmiyor. Aslında bahsi geçen sahnenin bende uyandırdığı izlenimler hakkında da biraz konuşmak istiyorum. Bu sahneyi okuduğumda benim aklıma ilk anda bu çocukların hiçbirinin bir annesi olmadığı geldi. Yani normalde bir çocuğun böyle bir şarkıyı dinleyip bir anne ve bebeğini hayal etmesi normal midir? Sanmıyorum. Ama onların durumunda çok da anormal gelmedi bana. Bunu hiçbir zaman belirtmemiş olsa da annelerinin olmamasının bu çocuklar üzerinde pek çok etkisi vardır diye düşünüyorum. Elbette normal bir çocuk olsaydı etrafına bakıp, benim neden annem yok, deyip bu konu hakkında daha açık bir şekilde düşünebilirdi, ama onların çevresinde kimsenin annesi yok zaten. Yine de okudukları kitaplardan ve izledikleri filmlerden anne diye bir kavrama yabancı olmadıklarını tahmin edebiliriz. Yaşamlarını çok kanıksadıkları için pek çoğunun bunun üzerinde gerçek anlamda düşünmemiş ve hayatının hiçbir anında bunun için üzülmemiş olması mümkün. Ancak Kathy gibi duyarlı ve zeki bir kızın bunun eksikliğini fark edeceğini düşünüyorum ve bilerek olmasa bile şarkıyı bir anne ve bebeğine bağlaması bununla alakalı olabilir bence. Diğer bir düşünce aklıma çok sonraları geldi. Buysa anlattığım durumun tam tersi aslında. Yani Kathy bu sefer hayaldeki bebek değil anne konumunda. Çünkü kitapta klonların anne olmaları yani çocuklarının da olması mümkün değil. Yani Kathy bu sebeple de şarkıya böyle bir yön vermiş olabilir. Kitabın sonunda Madam’ın yorumuysa apayrı, o Kath’ı bu halde gördüğünde dünyaya seslendiğini düşünmüş beni asla bırakma derken. Tabi kitabın sonlarına doğru Tommy ile aralarında yaşananlar da düşünüldüğünde kitaba daha iyi bir isim konulamazdı herhalde.
Filmde üzerinde çokça durulduğundan bahsettiğim aşk ise Tommy ile Kathy'nin aşkı. Aşk üçgeni demek daha doğru olabilir çünkü ortada bir de Ruth var. İzlediğinizde size açıkça şu yansıtılıyor: “Tommy sorunlu bir çocuktur, diğer çocuklar sıkça onu alaya alırlar. Ama Kath ona arka çıkmaya çalışır, ikisi çok iyi anlaşmaya başlarlar. Ruth Kathy’nin en iyi arkadaşıdır. Bu ikisinin birbirlerine olan ilgisini fark edince –biraz kıskandığından biraz da grupta yalnız kalan üçüncü kişi olmak istemediği için- Tommy’le vakit geçirmeye başlar ve Kathy‘den de onunla arasını yapmak ister. İkisi çıkmaya başlarlar, Kath ve Tommy birbirlerine hiç açılamazlar, iş işten geçtiğinde Ruth pişman olur ve kısa bir süreliğine de olsa iki aşık umutsuzca bir araya gelir.” Tamam, hikaye yaklaşık olarak bu şekilde gelişiyor kabul ediyorum. Ama bunu bu şekilde anlatamazsınız. Bunu yapmanın yolu bu değil. Aslında o kadar çok şey oluyor ki! Ruth’un da bir kişiliği var, tek derdi birilerini ayırmak değil. Bir kez daha ve bir kez daha ve defalarca söyleyeceğim ki kitap bunu anlatmıyor.
Kitapta bunlar yaşanıyor evet, Kath bunları yaşamış evet. Ama siz kitapta başkaları için ölmeleri gerektiğine inandırılmış insanlar görüyorsunuz. Hatta bu bile değil, böyle bir doğrudanlık bile yok kitapta. Kimseye hayat kurtarıyorsun müthişsin denmiyor. Onlar bu şekilde yaşayacaklarını ve sonunda birer birer organlarını bağışlayacaklarını biliyorlar. Zamanı geldiğinde de tek düşündükleri bir sonraki organımı bağışlayabilecek miyim acaba, oluyor. Nasıl olur da bu kadar normal karşılayabilirsiniz? Nasıl olur da kaçmayı, saklanmayı düşünmeyebilirsiniz? Gerçi kaçıp ne yapacaklar ki? Saklanıp ne yapacaklar? Evet ölüyorlar ama her şeye rağmen bir hayatları var, bir amaçları var. Onlara diğerlerinden farklı oldukları öğretilmiş, gidip onlardan biri gibi davranmaları mümkün mü gerçekten ya da böyle bir şeyi akıllarının ucundan geçiyor mu gerçekten? Tamamen teslim olmuşlar. Onlar böyle biliyorlar, böyle yetiştirilmişler ve böyle de yaşıyorlar. İnanılmaz.
Dikkatimi çeken son bir şey daha var, Kath bunu bize yazmış. Bunu bize anlatıyor ancak bizim de normal bir insan olmadığımız kesin, “Sizin gittiğiniz yerde nasıldı bilmiyorum ama Hailsham’da böyleydi” diyor, normal insanlar değilmişiz gibi konuşuyor bizimle. Acaba sadece bu tarz insanlarla konuştuğu için ister istemez bizim de öyle olduğumuzu mu varsayıyor yoksa biz de onun bağışçılarından biri miyiz?
Her ne kadar Kathy’nin çocukluğunu anlattığı bölümlerin benim için yeri çok ayrı da olsa, son sayfalar geçekten çok güzeldi. Özellikle Madam’ı bulup konuştukları ve onlara/bize her şeyi anlattığı kısımları çok seviyorum. Şu kısmı ve bunun hakkında düşünmeyiyse ayrıca seviyorum: “Teşekkür etmelerini bekleme sakın. Neden müteşekkir olsunlar ki? Buraya çok daha büyük bir şey için geldiler. Onlara verdiklerimiz, bütün o yıllar, onlar adına savaşmamız, bunlar hakkında ne biliyorlar? Tanrı vergisi olduğunu düşünüyorlar. Buraya gelene kadar hiçbir şey bilmiyorlardı. Şimdi tek hissettikleri düş kırıklığı, çünkü onlara mümkün olan her şeyi veremedik.”
Kitap öyle yoğun bir şekilde yazılmış ki, ama bir o kadar da sade. Kurdukları, yaşadıkları, devam ettirdikleri hayat aslında o kadar üzücü ki. Ama onlar bunu doğalıkla yaşıyorlar. Hakim olan duygu neydi soruyorum kendime hüzün mü? Hayır, bana hissettirdiği şey çoğunlukla hüzündü ama kitaba hakim olan duygu bu değildi. Kitaba umut ve umutsuzluk duygusu hakim bence. Bitirdiğinizde geriye daha çok umutsuzluk kısmı kalmış gibi hissettirse de ikisi aynı anda neredeyse her sayfadalar ve o kadar yoğun hissediliyorlar ki!
Sevgili Kazuo Ishiguro yazım tarzından çok hoşlandım ve hikayen de beni etkiledi. Başka kitaplarını d okumayı çok istiyorum. Yeniden görüşmek dileğiyle
Son Minik Bir Not: Erkek bir yazar olarak başrol kadın bir karakteri çok güzel anlatmış.
*Bu kez spoilerdan hiç kaçınmadan yazdım ama okuma zevkini bozmadığına inanıyorum ve benim daha çok önemsediğim kısım da o zaten. Kitap hakkında saatlerce sohbet edebilir ve her detayını konuşabilirim gibi hissediyorum ama bu yazıda böyle bir şey yapmamaya özen gösterdim. Dilerseniz önce yazımı ardından kitabı okuyabilirsiniz yani.
Yorumlar
Yorum Gönder