Uçurtmayı Vurmasınlar - Feride Çiçekoğlu
Benim için özel bir yeri olan bu güzel kitapla uzun aramızı sonlandıralım. Uçurtmayı vurmasınlar... Bunu söyleyince sizin de gözünüzde aynı sahne canlanıyor mu şarkısıyla beraber? Çünkü benim her defasında oluyor. Bir de Barış'ın İnci deyişleri geliyor hemen aklıma. Filmini ilk olarak ne zaman izledim acaba? Sanırım ikinci sınıfta falandım, trt vermişti her zamanki gibi. Film ve kitaba o dönemleri anlatması bakımından ayrı bir değer biçiliyor fakat bendeki değeri tamamen içsel. Daha geçen gün fark ettim çocukken dinlediğim hikayelerin hayatımda ne kadar çok yer ettiğini, o öğüt dolu hikayeler masallar gerçekten yapı taşı olmuşlar benim hayatımda fark etmemişim. Barış da öyle, hep benimle yaşadı Barış, ben onu hep bir ayrı sevdim, ne zaman trt yeniden koysa yeniden izlerdim. İnci deyişleriyse hep benimle beraberdi. Kitabını ilk kez altıncı sınıfta okudum. Okulun kütüphanesini kurcalıyordum kendime uygun kitap bulmak için, çocuk kitapları bölümünden romanlar yazan o bölüme yeni geçmiştim. Bütün raflara aynı günde bakmadığımı hatırlıyorum, her kitaba bakmak istiyordum, sevdiğim birini bulunca da ödünç alıyordum. Kaçıncı gün buldum bilmiyorum o yüzden. Ama elime alınca heyecanlandığımı hatırlıyorum ama etrafımda söyleyecek kimse yoktu, biz de uzun uzun bakıştık onunla, tabi bir teneffüsün izin verdiği kadar uzun. Kapağını sevmiştim Barış vardı yine, kollarını açıp hapishane duvarını kucaklamıştı. Orada bir gülümseyen yüz oluşturmuştu. Okudum, sevdim, çıktığında filmini yeniden izledim. Bundan üç sene önce de nihayet kendime bir kopyasını aldım. Bu sefer Barış yok üzerinde, keşke yine Barış olsaydı.
Nereden başlasam ne söylesem bu kitap hakkında. Öncelikle henüz okumamış olup okumayı düşünenlere bir tavsiyede bulunayım. Bence önce filmi izleyip daha sonra kitabı okuyun, ikisinin anlatım biçimi farklı ve bu şekilde ikisinden de alacağınız keyif bozulmuyor bana kalırsa. Zaten film bir buçuk saat kitabı da aynı sürede bitirebilirsiniz.
Peki neden değerli bu kadar benim için? Ne anlatıyor ki bu kitap/film? Film annesiyle beraber hapse giren minik Barış'ı anlatıyor, kitapsa onun yazdığı mektupları. Barış henüz 4 yaşlarında, annesi ve onun kader arkadaşlarıyla beraber henüz dünyadan bihaberken girdiği bu küçük kafesimsi yaşam onun tek bildiği yaşam tarzı. Küçük avlunun küçük gökyüzü parçası, annesinin kaldığı koğuş, daha çok "düşünce suçlusu" gençlerin kaldığı diğer koğuş, gardiyanlar, sayımlar, duvarlar...
Onun dünyası o kadar farklı ki! Onun dünyası o kadar sınırlı ki... Mesela görüşler var onun hayatında babasını görebildiği, mektuplar var parmaklıklara takılan, ezilmiş bisküviden yapılan pastalar var gerçeğini yememiş olsa bile çok sevdiği, kuşlar var duvarların üstünde uçan kanatlarında gün batımını saklayan, küçük İbo var ondan başka tek çocuk olan, anlayamadığı kelimeler var bir de anlayamadığı durumlar. Anahtarlı amcalar onları neden içeriye kilitliyor? Herkesi içeri onlar mı atmış? Af çıkacak diye oynuyor kadınlar ama sonra biri af yemeğe düşmüş diyor, af nohut gibi bir şey mi? Naylondan sevdalar, vefalı olduğu için buraya düşen Gülsüm ana... Bir de İnci'si var Barış'ın, çok değerli İnci'si. İkinci koğuştaki gençlerden biri İnci, ona doğruyu yanlışı öğreten, hikayeler anlatan, gerektiğinde cezalandıran çok değerli İnci. Barış İnci desin siz de gözleriniz dolmadan bakın, mümkün mü hiç?
Barış'ın bir de babası var, artık görüşlere gelmeyi bırakmış bir babası, onunla beraber bir kere dışarı çıkmış Barış, kendi minik gökyüzülerinden başka kocaman bir gökyüzü görmüş, üstelik bir de simit yemiş. İşte Barış'ın tek dünya tecrübesi.
Ah Barış seni o kadar çok seviyorum ki derli toplu bir şeyler anlatamıyorum bile hakkında. O halde gelelim kitabı okumamış olanların okumaması gereken kısma*. Size kitaptan çok sevdiğim birkaç yeri paylaşayım öncelikle:
"Neden yazmıyorsun İnci? Sen bize çok yazarsan seni tekrar yanımıza getirirlermiş. Madem o kadar çok özledin, git bakalım yanlarına derlermiş. Nuran söyledi. Yanımıza gelmek istemiyor musun yoksa? Azıcık yazsan yine de getirirler mi seni yanımıza? İstersen azıcık yaz. Yine de getirmek isterlerse, çok yazmadım ki, azıcık yazdım dersin.
Bazen seni çok özlüyorum. Keşke kitap okusa da geri gelse diyorum. Ama o zaman annen üzülür. Sen yine de okuma istersen. Belki ben senin yanına gelirim.
Eskiden senin kucağına çıkardım. Sen başka çocukları da kucağına alıyor musun İnci? İstersen alma. Belki onlar hala çişlerini altlarına kaçırıyorlardır. Üzerini kirletirler senin."
Mektuplar bir çok yerde dört yaşında bir çocuğun söyleyemeyeceği şekilde yazılmış. Ama kitabın son sayfasında zaten bu mektupları Barış'ın yazmadığını, İnci'nin Barış'ın ağzından yazdığını öğreniyoruz. Gerçi öyle olmasaydı bile bu görmezden gelebileceğim bir şeydi, çünkü Barış'ın duyguları ve düşünceleri kitapta en baskın olan şey.
Özellikle yaralı kuşu buldukları zamanı ve devamını çok seviyorum. Adını Minik Barış koydukları bu kuş vasıtasıyla Barış'ın babasına olan özlemi anlatılıyor sıkça. Bir de bu sınırlı dünyası Minik Barış'la olan oyunlarına öyle bir yansıyor ki insanın içi cız ediyor.
"Ben ona görüşe gidiyorum. Onu yuvasından çıkartıyorum. Simit alıyorum ona. Sahici simit yok burda. Ama şakacıktan alıyorum.
Barış çok sevindi. Babasını sordu. Annesi dedi ki, o da gelecek. İşi varmış gelememiş. Barış'ın babası evlenmemiş yeniden. Annesi kucağına aldı Barış'ı. Kokladı onu.
Nuran Barış'ın annesi geldi dedi. Ama ben baktım babasıydı."
Ve son olarak Minik Barış bir gün gidince yansıttığı İnci'ye olan sitemi
"Ama bana 'hoşça kal' demeden gitmezdi. Yoksa o da senin gibi bana 'hoşça kal' demeden mi gitti?"
Barış'a not: Hayatıma bir şekilde girdiğin için teşekkür ederim, İnci dediğin için teşekkür ederim, iyimserliğin ve çocukluğun için de teşekkür ederim.
*En değerli kısımları okumanızı engelliyorum ama bir çırpıda yapın film/kitap ikilisini, sonra kapılarımız size hep açık.
Yorumlar
Yorum Gönder