Karbon Kopya - Yekta Kopan


Yekta Kopan bir süredir merak ettiğim ve okumak istediğim bir yazardı (evet ad aktarması yaptım). Hangi kitabından başlayacağımı bilemediğim için bir süre öneri istedim insanlarda ve nihayet Murat Gülsoy'un yaptığı bir öneri kitap listesinde Karbon Kopya'yı görünce onunla başlamaya karar verdim ve işte şimdi de buradayım.

Kitap bir öykü kitabı ve içinde on tane öykü var, gerçi dokuz gibi ama sayı çok da önemli değil. Öyküler sıradan öyküler değiller, daha çok deneysel öyküler diyebilirim. Herbirinin tarzı diğerinden farklı. Ben de genel olarak kitap hakkında ve özel olarak bazı öyküler hakkında konuşmak istiyorum.

Öncelikle söylemem gerekir ki öykülerin çoğunu beğendim. Ama içlerinde okurken beni rahatsız edenler (yazım tarzı olarak rahatsızlıktan bahsediyorum içerik olarak değil)  de vardı. Hele bir tanesini okurken bunu neden yaptın dedim kendi kendime sürekli. Ne cümlelerden, ne de anlatım tarzından hoşlandım. Bahsettiğim öykü "Sevgili Kardeşim". Şimdi hazırsanız öykünün içeriğine giriyorum o sebeple sürprizi kaçmasın diyenleri bir sonraki paragrafa davet ediyorum. Öykünün sonuna gelindiğinde net bir şekilde anlaşılacağı üzere (Sadece bir baş ağrısı krizi değildi kulağımı kesmemin nedeni.) mektubu yazan kişi Vincent Van Gogh'un ta kendisi. Mektup şeklinde yazılmış bu öyküyü -başlığından da anlaşılacağı üzere- kardeşine yazıyor ve öykünün sonundaki dipnottan da öğreniyoruz ki öykünün çoğu kısmında Van Gogh'un kendi cümleleri kullanılmış, gerçek hayatta kardeşine yazdığını bir mektuptan alınmışlar. Fikir güzel ya da orijinal mi bunu tartışmayı pek düşünmüyorum. Ama ben hikayenin amacına ulaşamamış olduğunu düşünüyorum (tabi bir amacı olduğunu varsayarak). Tabi şöyle bir durum var çok sevgili Van Gogh burada bir ressam değil yazar ve hayatının izlerini gerçekte ne kadar taşıyor bilemiyorum açıkçası. Ama beni özellikle rahatsız eden kısım yazarın bize bu mektubu kimin yazdığı konusunda ipucu verebilmek için yazdığı cümleler. Kahraman bakış açısıyla yazılan bir öyküde karakterimizin dış görünüşü ayrıntıyla tarif etmek biraz daha zor farkındayım ama yine de bence bu yazara; "Bazen şu kızıl saçlarımı, kızıl sakalımı kökünden kazıyasım geliyor; diyorum ki kendi kendime herhalde beyaz tenimin iyice belirginleştirdiği bu kırmızılık korkutuyor onları." cümlesini hikayeye ekleme hakkını vermemeli. Elbette bir de şey var; "Ne olacak, sonrasında da kuzey buzullarında koşturan köpeklerin gözlerine benzeyen buz mavisi gözlerimi mi oymaya kalkışacağım?". Elbette yazarın bunları, hatta benim abartı ve öyküye yakışmadığını düşündüğüm pek cümleyi de öyküsünde kullanma hakkı var ama okuduktan sonra bende kitabı bir kenara bırakıp bir süre hiç okumama isteği uyandıran bu cümleler hakkında biraz ağır da kaçsa içimden geçenleri söylemek istedim.

Beni en çok rahatsız eden öyküyü geride bıraktığımıza göre sevdiklerim hakkında konuşmaya başlayabilirim. İlk olarak "Çevirmenin Notu" öyküsü, ki aslında kendisi Garcia Perez Samango'nun "El Toredor"  adlı öyküsünü İspanyolcadan çevirirken dipnotlarla yazarın bize hem açıklama yapıp hem de hikaye hakkında düşüncelerini bildirdiği ve bölümün de adını buradan aldığı notlar, çevirmenin notları... Kitaba ilk olarak böyle bir öyküyle başlamak (açıkçası ben aslında öykü derken çevirmenimizin yazdığı notlardan bahsediyorum ama El Toredor öyküsü için de aynı şeyler söylenebilir) kitabı gözümde daha bir çekici yaptı. Çeviri yaparken aynı zamanda öykünün eleştirisini yapmak, kendi hayatından parçalar anlatmak ve üstelik tam o anda ne yaptığından bahsetmek, yazarın kendisini görmek ve hissetmek, bir karakter aracılığıyla değil direkt olarak yazarla temasa geçmek (ki belki de o bile kendisi olmayıp kurgu olabilir, kim bilir) çok hoşuma gitti doğrusu.

Daha önce de bahsettiğim gibi hikayeler daha çok farklı hikaye türü denemeleri gibiydi ve açıkçası "Meme" ve Becerikli Bay Kerim İnal hikayeleri de ilginç bir şekilde hoşuma gitti. Ama (Çevirmenin Notu dışında) en sevdiğim hikaye kesinlikle Metafor'du. Metafor yazarın kendisinin de tanımladığı şekilde bir; "Öykü olarak tasarlanmış oyun ya da Oyun olarak tasarlanmış öykü". Aslında ilk tanım benim daha çok hoşuma gitti, yani "öykü olarak tasarlanmış bir oyun" ama üzerinde düşününce oyun olarak tasarlanmış öykü olması daha olası gözüküyor. Kitaptaki öyküler arasında en uzun yer kaplayan öykü de bu ayrıca, gerçekte en uzun olanı bu mudur bilemiyorum tabi. Öykümüzün/Oyunumuzun 3 karakteri var; Sahaf, genç adam ve genç kadın. Sahaf; sokak arasında, uğrayanı pek olmayan bir sahafın sahibi, bütün gün dükkanında oturup kitap okuyan yaşlı bir adam. Genç adam; daha sonraları öğrendiğimiz üzere çocukluğundan beri dükkanın üst katlarındaki dairelerden birinde yaşayan, yazmaya ilgi duyan, yazdıklarını gelip sahafa okutan bir adam. Genç kadınsa; sahafın yıllar sonra Almanya'dan çıkıp gelen yeğeni, ancak ilk sayfalardan itibaren onunla ilgili daha karmaşık şeyler olduğu anlaşılan bir karakter. Metafor zaten öyküye de adını veren bir kavram olduğu için sık sık karşımıza çıkıyor ama ben yine de öyküye yeterince iyi yedirildiğini düşünmüyorum, sanki havada kalmış. Bu bir tercih olabilir mi? Mümkün elbette.

Öyküde tuhaf bir şekilde yer kaplayan iki şey vardı (aslında bence üç şey var ama hikayenin adı metafor olduğu için onu "tuhaf bir şekilde" tanımına dahil etmem doğru olmaz diye düşünüyorum), bunlar -kelime olarak- "bok" ve -belki de kavram olarak- "tuvalet". Aslında bunları ben aynı kavramın içinde düşünmeyi tercih ediyorum ama ayrı ayrı belirtmeyi tercih ettim. Bu bilinçli bir seçim mi? Yazar bizi özellikle mi rahatsız etmeyi seçmiş? Öyle olduğunu düşünmek hoşuma gider çünkü hikayenin genelinde de rahatsız edici bir şeyler var -ki sonunda zaten öğreniyor sayılırız- belki de öykülerde (hatta sanatsal şeylerde) pek sık bahsi geçmeyen bu kelimelerin yoğunluğu artan bir şekilde öyküde kullanılıyor olmasının sebebi yazarın bize ortada "Boktan" bir durumun olduğunu hissettirmek istemesidir. Bir diğer sıkıntı bana göre genç adamdaydı. Öyküde yalnızca sahaf ve genç kadının olması halinde hikaye bu şekilde açığa kavuşmazdı bence yani üçüncü bir karakter hoş olmuş. Yine de karakterin yaptıkları, gizliden gizliye sahaf hakkında yazdığı roman, sürekli metaforlarla dolu öykülerini sahafa okutması ve sahafın bunları devamlı olarak beğenmemesi, en sonunda bütün o metaforların hayatına nasıl girdiğini anlattığı bir hikaye... Yani? Hikayemize metafor kelimesini katması ve Türkçeyi çok iyi bilmeyen kızımıza atasözü ve deyimleri açıklaması dışında bu karakter ne işe yarıyor? Nasıl bir derinliği var? Bir ek karakter olmak dışında yani... Neden bu kadar sığıntı bu öyküde? Bilemiyorum. Hala neden tam olarak bu öykünün metaforlar etrafına oturtulmaya çalışıldığını anlamamış olsam da güzel bir öyküydü diyor ve sanırım bu kitap hakkında konuşmayı da burada bitiriyorum. Sağlıcakla kalın!

Yorumlar

Popüler Yayınlar